"Sadece renkleri birbirinden farklı, görüntüsü bir garip yirmi tane araba aynı yerde saatlerce dönüp duruyor. Ne anlıyorsun bundan? Çok sıkıcı!"
Sanırım buna benzer soruları her Formula 1 seven ve takip eden insan birçok kez duymuştur. Evet, belki yüzeysel baktığımızda durum bu şekilde ancak işin içine girdiğinizde durum bundan bir hayli farklı. Aslında hayatta bize çok basit gelen bir konunun da içine girdiğimizde durumun o kadar da basit olmadığını görebiliyoruz. Kaldı ki Formula 1 gibi karmaşık ve kesinlikle basit olmayan bir spor, bence bu yüzeysel yaklaşımdan fazlasını hak ediyor.
Takım çalışması ve bireyselliğin mükemmel bir şekilde harman olduğu ya da olması gereken, herkesin mutlak bir başarı beklediği, hata yapma şansınızın minimumda bile olmadığı bir yerde, bunların getirdiği aşırı stresi çok iyi yönettiğiniz takdirde, iki saatlik bir yarışı rakibinizin bir saniye önünde bitirebiliyorsunuz. Hem de onlarla kıyasıya yarışarak... Bu resmen bir çılgınlık.
Aslında şirkette stajyer olarak görev aldığım ve bir yandan da okul hayatımı sürdürmem gereken dönemlerde ben de kendimi sürekli bir yarış içerisinde hissediyordum. Zamanla ve kendimle olan bir yarıştı bu. Sabah hazırlanıp işe gelmek, mesai saati bitince okula gidip akşam derslerine girmek ve oradan eve dönüp tekrar bir sonraki gün aynı tempoyu ortaya koyma iradesini ve enerjisini sağlamak bir hayli zor ve değişik bir tecrübeydi. Ki bunu yaparken de günlük ortalama 4-5 saat süren 300 km bir yol yapıyordum.
Bu tecrübe beni Formula 1 pilotu gibi hissettiriyordu. 5 dakika ile kaçırılan bir otobüs, virajın en verimli noktasını kaçırmak gibiydi. Zamanında bitiremeyeceğim bir iş, tur bindirilme tehlikemi arttırıyordu. Ya da katılım sağlayamayacağım bir ders yüzünden yarıştan diskalifiye edilmem söz konusuydu.
O günler geçti gitti, o zamanlardaki gündemim gün geçtikçe değişti. Farklı sorumluluklar, farklı tecrübeler karşıma çıktı. Ama baki kalan tek şey vardı: bir şeyi başarmak ya da gerçekleştirmek istiyorsan o virajı düzgün şekilde dönmek gerekiyor. Yavaş dönersen geç kalma tehliken var, hızlı dönsen yarış dışı kalabilirsin. O yüzden, önündeki virajı en optimum şekilde dönmen gerekiyor. Çünkü bir sonraki viraj, hala orada seni bekliyor. Birinden en iyi şekilde çıkıp diğerine hızını ve momentumunu koruyarak girmen hayatının gidişatını değiştiriyor. Tıpkı yarışan bir pilot gibi...
Basketbolcu olsanız 2-3 şutunuz üst üste girmedi mi, savunmada adamınızı mı kaçırdınız? Çözüm kolay, koç sizi oyundan çıkarır ve alternatif bir oyuncu ile sorunu çözer.
Futbolcu olsanız kötü bir performanstan sonra en kötü bir sonraki maç yedekte kalırsınız. Bunun da çözümü çok kolay.
Ya da bireysel bir spor dalında başarısız olursanız, bundan etkilenen sadece siz olursunuz.
Belki binlerce insan bir araya gelip sana bir araba tasarlıyor, “al bunu sür ve başarılı ol” diyor. Medya tepende, milyarlarca insan seni izliyor. Yirmi tane insan birleşip dört lastiğini iki saniyede değiştiriyor ve o esnada aracının kanat ayarlarını yapmayı ya da senin kaskını temizlemeyi de ihmal etmiyor. Takımın yöneticileri yarışta attığın her adımı izliyor, verilerini sürekli güncelliyor ve suyunu bile eksik etmiyor.
Herkes sana bir iyilik meleği gibi yardımcı oluyor, kendisini zorluyor.
Senden de beklenilen ortalama 300km/s hızla arabayı düzgün bir şekilde sürmen.
Yaparız herhalde, hazırlıklar tamam, artık her şey çok kolay gözüküyor!
Yarış başladı, her şey mükemmel gidiyor, oldu ya insanlık hali, 280 km/s hızla viraja girerken aracın hakimiyetini kaybettik. Hay aksi. Nasıl böyle bir hata yaptık?
Kendimizi lastik bariyerlerde bulduk ve yarışımız o an bitti. 4-5 g kuvvet yedik ancak neyse ki sağlığımız yerinde. “İyi misin” diyorlar “iyiyim, her şey normal’’. Takımdan özür diliyoruz, çünkü 280 km/s hızla viraja girerken aracın kontrolünü kaybetmemeliydik!
Bizim yarışımız bittiğinde takımın patronunun, lastik değiştiren mekanikerlerin ve bizi destekleyen taraftarlarımızın da yarışı aynı anda bitti. Biz mi bitirdik? Teoride evet, pratikte tartışılır. Neyse önümüze bakacağız. Artık belki de 275 km/s ile gireceğiz yeni virajlara.
Bir yarışlık bir aksilik bu. Anormal işleri çok normalmiş gibi gösteren bir sporun cazibesi ise bana kalırsa her şeyin üstünde. Takımından pilotuna, mekaniklerinden motor üreticisine kadar herkesin her anlamda kendini zorladığı, tabiri caizse taşın suyunu çıkardığı bir yerdir Formula 1.
Ne bir takım sporu diyebiliriz ne de tamamen bireysel.
Gri bir alanda bana kalırsa. Herkes kendi işini en hataya yer bırakmayacak şekilde yapmaya çalışıyor. Ortaya çıkan sonuç iyi bir takım olduğunuzu ya da olmadığınızı gösteriyor. Bir mekaniker lastiği doğru zamanda doğru şekilde değiştiremediyse, pilot arabayı olması gerektiği gibi süremediyse, lider takımını iyi yönetemediyse ya da patron takıma yeterli yatırımı yapmadıysa olumlu yanların üzeri hep çiziliveriyor.
Bu hikayenin hepimize çok tanıdık geldiğine eminim! Sahada gecesini gündüzüne katarak çalışan teknisyenler, 7/24 çözüm ortaklarının yanında yer alan danışmanları, servis mühendisleri, departmanı aynı hedef doğrultusunda bir çatı altında toplamayı başaran direktörlükler ya da ortaya konulan emeğe değer veren bir yapının olmaması durumunda başarı sizce mümkün olur mu? Cevap çok açık: Hayır.
Herkesin ayrı ayrı en iyisini vermek için kendini zorladığı, yapboz parçaları gibi birbirini tamamladığı ve sonuç olarak; bağlı bulunduğu departmanın başarısını ayrı ayrı ama birlikte belirlediği Borusan Cat organizasyonu, sizce de bu sporun içindeki dinamiklerle çok uyuşmuyor mu?
Bana kalırsa, bir sezonu şampiyon tamamlayan her takım saf başarının tanımını yeniden yazıyor. Bireysel başarının takım başarısına dönüşümünü en zirvede yaşayan ve aslında en açık haliyle gösteren bu spor, kesinlikle izlenmeyi, takip edilmeyi ve en önemlisi saygıyı hak ediyor.
Doğukan, Borusan Cat Marin Müşteri Destek Satış Danışmanıdır. Öğrencilik yıllarından bu yana bu ailede yer alır. Boş vakitlerinde ne bulursa okur, basketbol oynar ve gitar çalar. Motor sporlarına ilgisi çocuk yaşlarından beri takip ettiği, Schumi-Hakkinen rekabeti ile yoğrulmuştur.